Tuesday, June 30, 2009

Eski ABD Savunma Bakanı William S. Cohen: "Çin tırmanışta, Amerika kaygılı"


1997-2001 yılları arasında Bill Clinton hükümetinde Amerikan Savunma Bakanlığı görevinde bulunan ve halen başında bulunduğu Cohen Group ile Irak'ın yeniden yapılandırılmasında önemli rol oynayan William S. Cohen, politikacı ve işadamı kimliklerinin yanı sıra, diğer kimliklerinin gölgesinde kalmış olsa da, aynı zamanda bir yazar. Son olarak yazdığı ve Türkçeye Timaş Yayınları tarafından kazandırılan 'Abluka' isimli eserinde, politikadan gelme birikimi ile yazarlığını birleştirerek, dikkate alınması gereken bir politik kurguya imza atıyor. Cohen, kitabında her ne kadar 'kendi hayal gücümü yansıttım, bunlar sadece kurgu' dese de, 'Amerika'nın Çin ve Rusya'yı abluka altına alması' gibi, kendi politik kimliğinden soyutlanması zor bir konuyu ele alıyor. Cohen, hem halen yaşanmakta olanlarla büyük paralellikler içeren ve dünya siyaset sahnesini yeniden yorumlayan romanı hem de aktüel dünya meseleleri ile ilgili sorularımızı cevaplandırdı.

Romanınızda Çin ve Rusya ittifak halinde Amerika'ya karşı komplolar düzenliyor. Bu konuda ne kadar tarafsız olabildiniz? Irak ve Afganistan'ın işgaline, Soros'un önderliğinde olduğu iddia edilen kadife devrimlere ve Özbekistan'daki karşı devrime baktığımızda, sanki Amerika tarafından Rusya ve Çin'e karşı komplolar düzenlendiği hissine kapılıyoruz.

Romanımda Çin ya da Rusya'nın doğrudan Amerika'ya karşı komplo içerisinde olduğunu iddia etmiyorum. Yoldan çıkmış olan general ve oligarklar, hükümetleri tarafından desteklenmiyorlar. Sadece kendi özel gündemlerinin peşinde koşuyorlar. Amerika ise, açık bir şekilde, uluslararası terörizm tehdidi altında olan dünyada, sadece demokrasilerin teşvik edilmesiyle teröre karşı verilen savaşın kazanılabileceğine inandığını deklare ediyor.

Romanınızdaki karakterlerden bazılarını gerçek karakterlerle bağdaştırabilir miyiz? Sözgelimi, Wladamir Berzin karakteriniz, Vladimir Putin olabilir mi?

Karakterlerim tamamen kurmaca ve halen yaşamakta ya da geçmişte yaşamış olan hiçbir karakteri yansıtmak gibi bir fonksiyonları yok.

Savunma bakanlığı yapmış biri olarak gizli servis unsurlarını romanınızda bu kadar kullanmış olmanızın özel bir sebebi var mı?

Sanırım, neredeyse tüm savunma bakanlarının gizli servis camiasına bir tür bilgi kaynağı ve kendilerini koruyacak profesyonel hizmet birimi olarak baktığını söylemek adil olur.

İnsan sormadan edemiyor. Amerika, Çin'in giderek yükselen gücünü önleme peşinde mi? Çin ne kadar tehdit? Ya da değil mi?

Çin ekonomik ve askerî güç olarak yükselmeye devam edecek. Hedefimiz, Çin'i, barış ve istikrarı garanti altına alan yapıcı bir diplomatik sürece dahil etmek olmalı. Çin'e düşman muamelesi yapmak, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet olacak ve Çin'i düşmana dönüştürecektir.

Çinli savunma bakanı iyi bir karakter; ama Çinli karakterker ve Rus oligarşisi tamamen kötü. Amerika'ya iyi bakanları iyi, kötü bakanları kötü olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Romanda karakterlerin Amerika'ya bakış açılarına göre değerlendirilmesi gibi bir girişimde bulunmuyorum. Dünyada Amerika'ya hayranlık duyan kötü insanlar da var, Amerika'yı sevmeyen iyi insanlar da.

Sizce bu romanı nasıl okumalıyız? Sadece bir roman deyip geçelim mi, yoksa içerisinde gerçek unsurları da barındırıyor mu?

Kurgu olarak okunmalı. Birçok romanda olduğu gibi, bunda da, yazarın hayal gücüyle ete kemiğe bürünmüş gerçekler bulunuyor tabii. Yazar Graham Greene'in dediği gibi, 'her roman bir eğlence olmalı.' Ben de bilgilendirici ve eğlendirici bir şey yazmaya çalıştım. Kaldı ki, söz konusu ülkelerin, romanımda geçen paralelde ya da benzer sorunlar yaşadığını da biliyoruz.

Sizin gibi hem güç sahibi hem de servet sahibi bir insan neden böyle bir roman yazma ihtiyacı hissetti?

Yazarlığa yeni başlamadım zaten. Uzun zamandır yazıyorum. Neredeyse kolej günlerimden bu yana. Benim için bir hobi.

Romanınızı bir kenara koyalım ve yine ondan pek de bağımsız görünmeyen sıcak dünya gündemine geçelim. Başkan Bush'un yerinde olsaydınız, Filistin meselesine dair ne yapardınız?

Başkan Bush'un 'yol haritasını' kuvvetle destekliyorum. Başkan'ın İsrail ile Filistin arasındaki kalıcı bir barışı sağlaması ve sağlam bir yol haritası için yetkilerini sonuna kadar kullanması gerekir. Aradaki çözüm giderilmedikçe, bölgedeki şiddet ve istikrarsızlık devam eder. Tabii sorumluluk tek başına Başkan'ın değil. Arap ve Müslüman liderler de bu barışa maddi ve manevi katkı sağlamalı ve şiddeti politik araç olarak kullananları ve taraftarlarının ölümünü hızlandıran felsefeleri benimseyenleri kınamalı. Komşusu İsrail ile barış içerisinde yaşayacak ayrı bir Filistin devletinin kurulmasını desteklemek babında, uzun zamandır çalışıyorum da zaten. Daha geçen hafta New York'ta iken, Türkiye'nin Amerika'daki büyükelçisi Sayın Osman Faruk Loğoğlu ile birlikte bir paneldeydik. Orada da iki devletli bir çözüm konusundaki ısrarımı tekrarladım.

Büyük Ortadoğu Projesi hakkındaki fikirleriniz nedir? Bölgenin demokrasiye evrilmesi, Irak'ın geleceğini de göz önünde bulundurursak, nasıl olacak?

"Amerika'nın Ortadoğu'yu diktatörlükler ya da otoriter rejimlerden demokrasilere dönüştürmeye girişmesi haklı mıydı değil miydi?" sorusunun cevabı halen muallakta kalmaya devam ediyor. Bununla birlikte, halen orada 150 bin dolayında askerimiz, yeni hükümetin anayasayı yazdığı esnada, ülkenin istikrara kavuşması için uğraşırken, hedefimiz, dönüşüm sürecinin tamamlanması olmalı. İsyancıların başarılı olması durumunda topyekün bir iç savaş tehlikesi görünüyor. Bu tüm körfez bölgesini istikrarsızlığa sürükleyebilecek bir durum.

Her ne kadar romanınızda pek bahsi geçmese de, sık sık Türkiye'nin İslam ülkelerine model olabileceği yorumları yapılıyor. Sizin şahsi görüşünüz nedir?

Öncelikle romanda Ürdün, Mısır, Polonya ve diğer yüzlerce ülkeye neden yer vermediysem, Türkiye'ye de o yüzden yer vermedim. Sonuçta bu bir ansiklopedi değil. Gerçeklere gelince; Amerika her zaman Avrupa Birliği'nin kapılarını Türkiye'ye açması gerektiğini söyleyenlerin cephesinde ön saflarda yer aldı. Hatta bu avukatlığımız, bağımsız karar yetilerini ayaklar altına aldığımız iddiasıyla Avrupalıların tepkisini de çekti. Yine de Türkiye'nin modern bir Müslüman ülke olduğu ve Avrupa'nın ona kapılarını açmasının faydalı olacağı şeklindeki kanaatimizin arkasındayız. Ayrıca Fransa ve Hollanda, AB Anayasası'na 'Hayır' dese de, inanıyorum ki, Türkiye, AB'nin en önemli ülkelerinden biri olacak.

'Amerikan karşıtlığı Irak Savaşı'ndan önce başladı'

İran hakkındaki görüşleriniz nedir? Bush hükümetinin İran ve Suriye'ye karşı izlediği sertlik yanlısı politikasına dair ne söyleyeceksiniz? Sert konuşmanın haricinde bu ülkeleri Batı blokuna entegre etmenin yolları yok mu?

İran birkaç yıldır nükleer silah geliştirmek için gizli bir program yürütüyor. Birçok ülke, nükleer silah sahibi bir İran'ın bölgedeki barış ve istikrara hizmet etmeyeceği konusunda ikna olmuş durumda. AB de İran'ı, nükleer silah edinme ya da geliştirme planlarından döndürmek için bastırıyor. Amerika da bu güvenlik sorununa diplomatik açıdan yaklaşma isteğini sergiliyor, ama aynı zamanda İran'ın, herhangi bir anlaşmaya varılması ve bunu ihlal etmesi durumunda, 'sopa' ya da yaptırımlar gelebileceğini anladığından emin olmak istiyor. Suriye'ye gelince; Suriye'ye açılmalı ve modern bir toplum olarak uluslararası camiaya katılması için cesaretlendirmeliyiz. Ama bu hedefe, Suriye, askerî ya da istihbarat birimleri vasıtasıyla, komşularını istikrarsızlaştıran ya da baskı altına alan unsurları desteklemeye devam ettiği sürece ulaşamayız. Zeki ve düşünceli liderler tarafından yönetilen İslam dünyası sesini yükseltmeli ve vatandaşlarını, küreselleşmiş bir dünyanın, kültür ve mirasın korunmasını zorlaştırdığı kadar, gelişme ve zenginlik açısından da fırsatlar barındırdığına da ikna etmeli. Kimliğe ve mirasa sahip çıkmaya imkan tanıdığı kadar, bilgi çağında herkesin sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkartabilecek bir yolun bulunması için ciddi bir tartışma ve diyaloğa ihtiyacımız var. Eşit hakların yaratılması, insan haklarına saygı ve hukuk devleti (devlet hukuku değil), hepimiz tarafından ulaşılmaya değer bir hedef olarak görülmeli. Her ülke, değişimin gücünü ne kadar çabuk kucaklayacağına karar vermeli, ama bilginin ve bu bilincin küresel hızı, muhtemelen bu sürecin süresini sıkıştıracak. Amerikan karşıtlığıyla Irak operasyonu arasında paralellikler kuruluyor; ama bunun evveliyatı da var. Savaştan önce de, Avrupa ülkelerinin bir araya gelerek Amerika'ya karşı denge oluşturması gerektiğine dair konuşmalar yapılıyordu. Irak Savaşı'nın ardından bu, ivme kazandı. Amerika'yı seven milyonlar olduğu gibi, süper güç konumundan rahatsız olan ve kıskananlar da var. Irak Savaşı'na karşı çıksın ya da çıkmasın, diğer ülkeleri, bu misyonda başarısız olunması durumunda bu bölgenin istikrarsızlığa sürükleneceğine ve bundan ekonomisi körfezdeki petrol ve gaza bağlı olan tüm ülke ekonomilerinin zarar göreceğine ikna etme görevi, Amerikan liderliğine düşüyor. Ayrıca, Amerika, diğerlerini, hiçbir ülkenin giderek yükselen terör tehdidinden muaf olamayacağına da ikna etmeli. Terör ve teknolojinin bir araya gelmesiyle güvende olan bir yer kalmadı. Tabii ki Amerika, diğerlerini de sorunların çözüm sürecine dahil etmeli, her ne zaman ve nerede mümkünse diplomatik çözümden yana olduğumuzu sergilemeli ve sadece diğer seçenekler tamamen tükendiğinde güç kullanımına başvurmalı. Ayrıca diplomasinin, başkanın elindekiler arasındaki tercih edilmeyen seçenek olduğu imajını vermekten sakınmak için elimizden geleni yapmalıyız.

William S. Cohen kimdir?
28 Ağustos 1940 Bangor, Maine'de Rus Yahudisi bir anneyle, İrlanda Protestan'ı bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. 1972 yılında Maine temsilcisi olarak Cumhuriyetçi Parti'den Temsilciler Meclisi'ne girdi. 1978 yılında Senato'ya seçildi. Reagan döneminde İran-Contra skandalındaki olaylardan ötürü Başkan'ı suçlayan Demokratlarla birlikte çoğunluk raporunu imzalayan üç Cumhuriyetçi'den biriydi. Watergate skandalının ardından Kongre'deki etik kanunlara kafa yordu. ABD'nin ve SSCB'nin elindeki nükleer silahları sırayla yok etmelerini önerdi; ama her iki taraf bunu reddetti. 1. Körfez Savaşı'nda ABD'nin Kongre'nin onayıyla savaş kararı çıkartmasını savundu. 24 Ocak 1997'de Clinton tarafından ABD'nin 20. Savunma Bakanı olarak atandı.


Ali Çimen, İstanbul
15 Haziran 2005, Çarşamba
ZAMAN Gazetesi Yorum Sayfası


Röportajı ZAMAN'dan okumak için tıklayınız
Röportajı orijinal gazete formatında okumak için tıklayınız
Bir önceki sayfaya dönmek için tıklayınız
Ana menüye dönmek için tıklayınız


No comments: