Monday, June 01, 2009

Prof. Dr. Erik-Jan Zürcher: "Tek parti iktidarı 70’lere kadar devam etse, günümüzde Kemalizm’den eser kalmazdı."


· "Türkiye’de yaşasaydım AKP’ye oy verirdim."

· "CHP kesinlikle sol parti değil."

· "Tek parti iktidarı 70’lere kadar devam etse, günümüzde Kemalizm’den eser
kalmazdı."


Ordu darbeleri şimdiye değin hep arkasında bir destek varken yaptı. Mesela 28 Şubatta olduğu gibi. Orda ordu tek başına faaliyet göstermedi. İlk önce medya ile, sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla, işverenlerle, baroyla güçlü bir koalisyon kuruldu. Ve ondan sonra ordu bu koalisyon adına konuştu. Ama bu koalisyonu şimdi görmüyorum. Geçen yaz, yani Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili tartışmalarda destek görmediklerini gördük ordunun.”


“Türkiye’nin günün birinde AB’ye üye olacağına inanıyorum. Çünkü Türkiye’nin üyeliği sadece kendisi için değil Avrupa Birliği içinde çok önemli. Avrupa hem Orta doğuda da, hem de Orta Asya’da etkili olmak istiyorsa Türkiye’nin üyeliği kendisine büyük avantajlar sağlar. Kullandığımız enerji kaynaklarının yüzde 70’i o bölgelerde. İleri de bütün bunları Amerikalılara bırakamayız.”

1950’de tam olarak ne yaşandı? Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi sembolik açıdan ne anlam ifade ediyordu?

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra elit içi bir tartışma başladı. Demokrat Parti’nin kurulması bu elit içi bölünmenin sonucudur. Burada halkın rolü yok henüz. Ama rejimin çok partili hayata geçmesi için hem yurt içinde hem de yurt dışından yoğun girişimler var. Recep Peker bu görüşe karşı ama İnönü, tavrını demokrasiden yana koyuyor.

Neden böyle bir şey yapıyor? Seçmese de, ‘Neden sen demokrasiye geçmiyorsun?’ diye hesap soracak bir güç yoktu o zamanın Türkiye’sinde.

Doğru yoktu, ama İnönü çok zeki ve pragmatist bir adamdı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Amerika’nın önderliğinde yeni bir dünya düzenin kurulduğunu gördü. Diğer yandan yurt içindeki gerginliğin de had safhaya geldiğini de fark etmişti. Bir açılım yapılması gerektiğini görüyordu. Ama seçimleri kaybedeceğini hiç aklına bile getirmemişti! Malum, daha sonradan bu seçimler için, ‘Bu kadar nankörlük göreceğimizi hiç beklemiyordum!’ diyecekti. Bu görüş CHP içinde çok yaygındı… Peki diyelim ki, İnönü, Recep Peker’in tarafını tutmuş olsaydı. ‘Demokrasinin vakti henüz gelmedi’ deseydi, ne olacaktı? O zaman Türkiye’nin durumu İspanya’nınkine ya da Portekiz’inkine benzeyecekti. Ve bu durum en azından 70’lere kadar devam ederdi. Çünkü bu bir kuşak meselesi. Franco ve Salazar vefat edince, zaten içi çürümüş rejimleri de birden çökmüştü. Arkasında ordunun ve partinin de desteğini almış olan İnönü, Franco gibi mutlak bir diktatör olarak kalmayı tercih edebilirdi. O zaman da Türkiye, batı bloğu içinde kalsa dahi, NATO’ya giremezdi. Eğer rejim 70’lere kadar devam etseydi, sanırım o zaman, Kemalist rejimin tüm izleri de silinirdi. Şu an Türkiye’de demokrasi var, ama eski Kemalist dönemin ve rejimin önemli unsurları halen ayakta. Ordunun rolü, devletin rolü…

Kemalizm’i şu an Türkiye’de kim temsil ediyor? Sadece ordu mu?

Yok, sadece ordu değil. Ordunun yanı sıra bürokrasi ve birde CHP’ye oy veren kitleler de Kemalizm’i tutuyorlar. Ayrıca MHP’de de bayağı var bu düşüncede olan.

CHP sol bir parti mi sizce?

Yok, kesinlikle değil.

Peki, tarihinde hiç sol parti oldu mu?

Belki Ecevit’in döneminde olmuş diyebiliriz. Özellikle Orta’nın Solu fikrinin olduğu dönemde böyle bir karakter almaya başlamıştı belki. Fakat tabii eskiden beri bir sol parti olduğu söylenemez.

Nasıl bir parti CHP, siz nasıl tanımlıyorsunuz?

Otoriter bir devlet partisi. İdeoloji açısından da sol bir parti sayılamaz. Ne yazık ki Türkiye’de çok ciddi oranda bir sosyal demokrat veya sol liberal seçenek yok.

Ak Parti siyasi yelpazenin tüm kesimlerine hitap ediyor gibi.

Yani o da normal değil. Ak Parti tabii devletin ve ordunun siyasal rolüne karşı çıktığı için demokratikleşme için bir güç sayılıyor. Ama bence Türkiye’nin demokratikleşmesinde Ak Parti’nin rolü çok önemli. Fakat aynı zamanda değerlerine baktığımızda muhafazakâr bir parti olduğunu görürüz. O yüzden kanaatime göre Türkiye’de liberal sol bir partiye çok ihtiyaç var. Ya da merkez sol bir partiye. CHP gibi devlete yaslanmayan fakat gücünü sivil toplumdan alan ilerici bir sol partiye çok ihtiyaç var.

Türkiye’de deniliyor ki bir İslamlaşma tehlikesi yok ama etkili bir muhalefet olmadığı için Ak Parti güçleniyor. Katılıyor musunuz?

Evet, Türkiye’nin İslamlaşma tehlikesini pek görmüyorum. Fakat gelişmiş bir toplumda aynı zamanda gelişen bir orta sınıfın da olması lazım. Dolayısıyla gelişmiş toplumlarda dengenin sağlanması için, muhafazakâr bir partiye karşı ilerici bir sol partinin olması da gerekiyor.

Neden Türkiye’de bahsettiğiniz türden bir parti olmuyor peki?

Yok, çünkü Türkiye’de bazı dengeler kurulmuş değil. Şu anda bir Ak Parti ve devlet ikilemi var. Devlet ve ordu halen siyasal sistemde ağır basıyor. Tabii sadece ordu değil, bürokrasiyi de dâhil etmek lazım buna. Devletin menfaatini her şeyin üstünde gören bir zihniyet var halen Türkiye’de.

Ak Parti’de de var mı bu zihniyet?

Var ama tek farkla. İki seçim zaferinden sonra Ak Parti halka güvenmeye başladı. Bu anlamda bir bağlantı var. Bu yüzden yalnız devlete güvenmelerine gerek kalmadı; çünkü kendilerini Menderes dönemindeki gibi milli iradenin sözcüsü gibi görüyorlar.

Siz böyle görüyor musunuz?

Evet. Yalnız, beni biraz rahatsız eden bir şey var. Başka bir Türkiye daha var, liberal, aydın ve ilerici… Milyonlarca kişi bunlar. Eğitim görmüş ve evrensel değerlere inan. Bunların sözcüsü yok.

Ak Parti bunları temsil etmiyor mu?

Yok, çok az temsil ediyor. AKP’nin gizli bir ajandası olduğuna hiç inanmıyorum. Fakat bu partinin ve liderlerinin dünya görüşleri ve değer sistemlerini, mesela bireysellik, kadın hakları ve eşcinsellerin haklarına bakışlarını göz önüne aldığımızda çok, muhafazakâr olduklarını görüyoruz. Böyle bir partinin yanında daha ilerici bir partinin de siyasal sisteme katılması Türkiye için iyi olurdu. Ama mesela ben Türkiye’de yaşasaydım bu son seçimde Ak Parti’ye oyumu verirdim. Çünkü ordunun siyasete karışmasını istemezdim. Abdullah Gül’ün adaylığı esnasında yaşanılan baskıyı hiç de hoş görmedim. Türkiye’nin demokratikleşmesi için en iyi seçenek şu anda AKP. Fakat benim durumumda olan bir kişi için bu çok doğal bir şey değil. Çünkü Hollanda’da Hıristiyan Demokratlara veya daha muhafazakâr Hıristiyan partilere hiç oy vermedim. Çünkü kendimi ilerici, liberal bir kişi olarak görüyorum. Ama Türkiye’de kime oy vereyim? CHP’ye mi vereyim? Hayır, çünkü devlet partisi. Onların demokratik bir zihniyeti yok. MHP’ye mi vereyim? Vermezdim, çünkü onlar bence ırkçılık boyutlarında aşırı milliyetçi görüşteler. Yani Hollanda’daki aşırı kanadı temsil eden Geert Wilders ve takipçilerine benzetebilirim onları. Bu durumda kendime daha çok uyan başka bir parti olmadığı için, Türkiye’deki tüm arkadaşlarım gibi oyumu AKP’ye verirdim. Ama bu seçeneksizlik aslında çok ciddi bir sorun Türkiye için. Bu da görülmeli.

Peki, siz Türkiye’de bir darbe tehlikesi görüyor musunuz?

Emin olamıyoruz tabii ama pek sanmıyorum. Ordu, darbeleri şimdiye değin hep arkasında bir destek varken yaptı. Mesela 28 Şubatta olduğu gibi. Orada ordu tek başına faaliyet göstermedi. İlk önce medya ile sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla, işverenlerle, baroyla güçlü bir koalisyon kuruldu. Ve ordu bunların sözcülüğünü yaptı. Ama bu koalisyonu şimdi görmüyorum. Geçen yaz, yani Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili tartışmalarda ordunun destek bulamadığını gördük.

Ordu toplumsal desteğini kaybetti diyebilir miyiz?

Yani bir kimlik olarak değil tabii. Türk toplumu halen orduyu en saygın kurumlardan biri olarak görüyor. Fakat toplumsal ajandası ve siyasal rolü için toplumdaki desteği çok azaldı. Tabii hala bir darbeyi destekleyecek insanlar var. Birçok olumsuz ihtimalin birleşmesi durumunda darbe olabilir. Mesela AB’nin müzakereleri durdurduğunu, Türkiye’nin finans krizine girdiğini, PKK’nın saldırılarını arttırdığını veya Ankara’da şok edici bazı olayların yaşandığını düşünelim, o zaman belki darbe olabilir.

Bu söylediklerinizden iki tanesi şu anda gündemde. AB ile ilişkiler çok iyi değil, PKK yine gündemde…

Hayır, AB ile müzakereler belki yavaş gidiyor ama durmuş değil.

AB ile ilişkilerdeki bu yavaşlama hangi kesimden kaynaklanıyor. AKP’den mi yoksa AB’den mi?

AB’den kaynaklanıyor hiç şüphesiz. Evet Türkiye’de AB üyeliğine karşı çıkanların gücü artıyor fakat o şu anda bir sorun değil. AB ülkelerinin iç politikaları ciddi bir sorun. Şimdi süreci zor kılan faktör bu. Sarkozy’nin başını çektiği bir kadro ile bir çok Avrupa ülkesinde Türkiye’den biraz uzak durma eğilimi var.

Türkiye karşıtlığında etkili olan nedir sizce? Mesela Türkiye’nin bir İslam ülkesi olması bunda çok büyük bir rol oynuyor mu?

İslam faktörü çok önemli. 11 Eylül saldırılarından bu yana İslam korkusu çok yayıldı. İnsanlar İslam’ı tek bir parça olarak görüyorlar. Terör olaylarının daha çok Arap merkezli olduğunu pek bilmiyorlar. Yani onların gözünde İslam, İslam’dır. Afganistan’daki bir intihar bombacısıyla Türkiye’deki bir Müslüman arasında bağlantı kuruyor insanlar. O yüzden bu İslam korkusu Türkiye için sorunlar oluşturuyor. Türkler ile Araplar arasındaki farkı bilen Hollandalıların bile sayısı çok az. Türklerin Arapça konuştuğunu düşünüyorlar. Ya da mesela Türkiye’de şeriat idaresi olduğunu düşünen kişilerin oranı az değil. O tür önyargılar çok var. İslam faktörünün yanı sıra göç faktörü de AB ile ilişkilerde etkili. Bunun yanı sıra daha genel bir rahatsızlık ise küreselleşmeye bağlı. İnsanlar artı kendi kaderlerinin sahipleri olmadığını düşünüyorlar. Türkiye’nin üyeliğinin empoze edilmesine direniyorlar.

Siz gerçekten Türkiye’nin tam üye olacağına inanıyor musunuz?

Evet inanıyorum. Çünkü Türkiye’nin üyeliği sadece kendisi için değil Avrupa Birliği için de çök önemli.

Köprü meselesinden dolayı mı?

Yani bir tek ondan değil. Avrupa o bölgede, yani hem Ortadoğu’da hem de Orta Asya’da etkili olmak istiyorsa, Türkiye’nin üyeliği kendisine büyük avantajlar sağlar. Kullandığımız enerji kaynaklarının yüzde 70’i o bölgelerde. Kafkas ve Hazar Denizi giderek daha önemli hale geliyor. Enerji meselesi çok önemli. Bunun yanı sıra en büyük tehlikeler o bölgelerden kaynaklanıyor. El Kaide gibi akımlar, Orta doğu veya Güney Asya merkezli. Yani Avrupa için orada bir rol oynamak elzem. İleri de bütün bunları Amerikalılara bırakamayacağız. Mümkün değil. Çünkü hem Amerika zayıfladığı için bütün bunları tek başına yapamaz, hem de Avrupa ve Amerika arasında bir yol ayrımı söz konusu olabilir. Petrol fiyatlarının yüzde yüz arttığını varsayalım, enerji kaynakları ne kadar önemli hale gelir. Avrupa’nın kendi geleceğini düşünmesi lazım. O bölgedeki etkinliği ise ancak Türkiye ile beraber yapabilir. O yüzden tam üyelik iki taraf açısından da çok önemli.

Peki, o bahsettiğiniz yol ayrımında Türkiye Amerika’yı bırakıp AB’nin yanında yer alır mı sizce?

Ancak Türkiye tam üye olduğu zaman bu sorunun cevabını bilebiliriz. O zaman Türkiye AB’nin içinde olacak. Avrupa’nın ve Amerika’nın menfaatleri hep aynı kalmayacak.

Şu anda aynı mı peki?

Bazen aynı oluyor.

Türkiye’nin Kürt meselesi yeniden gündemde. Milli mücadele döneminde Kürtlere bazı sözlerin verildiğinden bahsediliyor. Bu doğru mu sizce?

Bir otonomiden bahsediyordu Atatürk. 1922’de bir basın toplantısı yapıyor ve bundan bahsediyor. Yalnız Kürtler değil Çerkezlerin de var. Milli Mücadele’de tüm Müslüman grupların katkıları var.

Ama sonradan sadece Kürtler taleplerde bulundu…

Çünkü onlar en büyük azınlık. Hem de memleketin en fakir ve en geride kalmış bölgelerinde yaşıyorlar. Hem de komşu ülkelerde de, sıkı ilişki içinde oldukları Kürt toplulukları var. Ama mesela Arnavutlar öyle değil. Ülkenin batısında oturuyorlar, nispetten küçük bir grup ve Arnavutlukla bağlantıları yok. Yani bambaşka bir durum. Fakat hakikaten Milli Mücadele döneminde bir Kürt özerkliğinden söz ediliyordu.

RÖPORTAJ: ALİ ÇİMEN - YASİN YAĞCI
23 Aralık 2007/Pazar/Utrecht


Gazete formatında okumak için tıklayınız.
Röportajın birinci bölümü için tıklayınız.


No comments: