Wednesday, July 01, 2009

Charles Grant & Katinka Barysch: "Türkiye artık şaha kalkabilir"

Türkiye'de yeni Meclis yemin edip göreve başladı bile. Ama yurtdışında 22 Temmuz seçimlerinin sonuçlarına dönük ilgi kesilmiş değil. Hem seçim sonuçlarını hem de Türkiye'de gündemde olan meseleleri, İngiltere'nin önde gelen düşünce merkezlerinden Avrupa Reformu Merkezi'nin (European Reform Centre, CER) Türkiye uzmanları Charles Grant ve ekonomist Katinka Barysch ile değerlendirdik.




22 Temmuz Türkiye'de bir çığır açtı deniyor. Bu tespite katılıyor musunuz?

Charles Grant:
Üzerimize vazife değil belki; ama birçok Batılı gözlemci gibi ben de AKP'nin seçim zaferinden memnunum açıkçası. AKP bu sonuçla, AKP'nin tam olarak demokratik bir parti, demokrasiden yana bir parti olduğunu ve Türkiye'nin önceliklerini bildiğini göstermiş oldu. Beni asıl şaşırtan CHP'nin bu kadar milliyetçiliğe, Batı karşıtlığına sürüklenmesi oldu. Bunda da Avrupa'nın Türkiye ile müzakereleri ağırdan alması etkili oldu diye düşünüyorum. Türkiye karşıtı Avrupalılar, CHP içindeki Avrupa karşıtlarına cephane sağlamış oldu bir bakıma.
Katinka Barysch: Bence Türkiye açısından iyi oldu. Seçmen, popülist söylemlere prim vermemiş olduğunu gösterdi. Hükümete olan güvenlerini bir şekilde göstermiş oldular. Aynı zamanda tek parti hükümeti olması, ekonomik reformların hayata geçirilmesi açısından da iyi. Öte yandan seçim sonuçları ile daha da güçlenen AKP içindeki hareketleri takip etmek de gerekiyor. Zira parti göreceli olarak zayıfken ya da bir eşikteyken, herkes lideri takip eder. Ama güçlenmiş bir parti içinde özel gündemi olanlar bunu daha rahat dile getirebilecektir. Parti içi farklılıklar ekonomik reformlara sekte vurur mu, bu çok önemli. Aynı zamanda cumhurbaşkanlığı için öne sürecekleri aday da önemli.

Abdullah Gül, tekrar aday olacağının sinyallerini verdi. Seçim öncesi benzer gerginlikler yaşanabilir mi?

Grant:
Abdullah Gül karşıtı olan CHP, bir şekilde orduyu da temsil ediyordu ve seçimlerde başarısız oldu. Sayın Gül, halkın gözünde popüler bir aday. Eğer aday olursa cumhurbaşkanı olur. Bu tabii ki AKP'nin vereceği bir karar. Diğer yandan Erdoğan'ın, daha az gürültü çıkartacak ve daha kolay kabul edilebilir bir aday öne sürmesi ülke menfaatleri açısından şu aşamada daha akılcı olur diyenler de olabilir. Bu da tartışılabilir. Ama bana sorarsanız Sayın Gül ile birkaç defa bir araya gelme imkanım oldu. Her açıdan Türkiye adına iyi bir elçi.

Seçim sonuçlarını askeriyenin nasıl değerlendirdiğini düşünüyorsunuz? Bundan sonra askerî müdahale imkanı zorlaştı diyebilir miyiz?

Grant:
Evet diyebiliriz. Zira bir daha böyle bir şeyi tekrarlarsa, Türkiye'nin en büyük seçmen grubunun iradesine müdahale etmiş olacaklar. Şu anda AKP, ülkeyi yönetme hakkına sahip bir parti. Bu aşamada ordunun böyle bir şey yapma ihtimali çok düşük. Zaten öncesinde de CHP, Türk demokrasisini yaralayacak bir şekilde ne yazık ki, orduyu müdahale etmesi için kışkırtmıştı.
Barysch: Ordunun halktan gayet net bir sinyal aldığını düşünüyorum. Halkın öncelikle istikrar ve ekonomik zenginlik istediklerini gördüler. Aynı zamanda AKP'nin ülkeyi 'İslami bir devlete' dönüştüreceğine inanmadıklarını da göstermiş oldular. Yoksa bu kadar büyük destek vermezlerdi. Ayrıca halk, bu tamamen adil olan seçimlerde, Türkiye'nin gittiği istikametle bir sorunu olmadığını da gösterdi. Bu durumda ordunun 'demokrasinin savunucusu' rolünü savunması da zor olacaktır. Aynı zamanda ordunun seksen yıl önce kurulmuş bir sistemi koruyor olmasını savunması da zor olacaktır. Kesin olan şu ki Türkiye, ilerliyor, değişiyor ve duruma bakılırsa halkın çoğu bu durumdan memnun. Özet olarak, AKP, gerçekten o korkulan hedefe gittiğine dair çok abartılı bir şey yapmadığı sürece, ordunun siyasete müdahalesinin savunulabilir bir tarafı olacağını sanmıyorum.

AKP, Kürt partisi olarak kendini konumlandıran ya da öyle kabul edilen partiden daha fazla sayıda Kürt oyu aldı. Bu sonuç, AKP'yi Kürt sorununun çözümünde nereye oturttu?

Grant:
AKP zaten bu konuda geçtiğimiz yıllarda, dil öğrenme ve yayın hakkı gibi meselelerde somut adımlar atmıştı. Avrupa'da ayrılıkçı terör sorunu ile uğraştı. Türkiye, Avrupalı ortaklarının geçmişteki deneyimlerinden istifade edebilir. Buradan hareketle tabii ki Kürt sorunu ile Avrupa'daki sorunların aynı şey olduğunu söylemiyorum; ama söz konusu bölge insanına daha fazla özgürlük ve refah götürülebilir. Böyle bir adım ayrılıkçıların zeminini zayıflatacaktır. Buna karşın daha fazla özgürlük verirsek ayrılık isteği pekişir' diyenler de çıkacaktır. Ama en azından Avrupa'daki deneyimler bize öyle olmadığını gösteriyor. İspanya ve İngiltere'nin ayrılıkçı bölgeleri ile yaşadığı deneyimlerde attığı adımlar, bize bu yaklaşımın işe yaradığını gösteriyor. Artık Meclis'te Kürt milletvekilleri de var. Bölgenin sorunlarının Meclis çatısı altında dile getirilebilecek olması önemli. Umarım hükümet, Kürt milletvekilleri ile sağlıklı bir diyalog kurabilir. Bu çok önemli.

Türk halkının AB'ye olan ilgisi bir anda düştü. Neden?


Grant:
Bu, yumurta-tavuk meselesi. Türkiye'de milliyetçilik yükseldikçe halkın, üyeliğini ağırdan alan AB'ye olan ilgisi azaldı. Ya da AB işi ağırdan aldığı görüntüsü vermeye başlayınca, AB karşıtlığı şeklinde temayüz eden milliyetçilik arttı. Burada her iki taraf da suçlu. Fransa, Avusturya ve Kıbrıs'ın tutumlarından dolayı AB de kısmen suçlanabilir. Öte yandan Türkiye'nin de iyi bir ortak aday olduğunu söyleyemeyiz. Tamamen haksız olduğunu söylemiyorum; ama sözgelimi Kıbrıs'a limanların açılması meselesinde olduğu gibi sergilediği tavizsiz tutumlar, AB'nin de işi yavaştan almasına neden oluyor. Türkiye'de siyasilerin bu konuda büyük bir liderlik sergilemesi gerekiyor. AKP de bu yönde atımlar attı. Ama son iki yılda reformların hızı kesildi. Tabii bunda yapılan reformların müzakereleri hızlandırmadığının görülmesi ve dolayısıyla ilginin azalmasının da rolü var. Burada da sorumluluk AB'nin. Bir şey daha var. Türk siyasiler tam olarak kamuoyuna olan biteni anlatmıyor. Adaylık müzakereleri, iki eşit ortak arasında yapılan bir görüşme değil. Yani AB'nin ve Türkiye'nin tavizleriyle varılacak ortak bir nokta yok. AB'ye girmek isteyen Türkiye, kulübün kurallarını kabul etmeli. Birçok Türk politikacı işin bu yönünü Türk kamuoyuna açıklamıyor. Ama Erdoğan hükümetinin verdiği sinyallerden, reform azminden ümitliyim. Zaten Erdoğan da, 'AB olmasa da biz bu reformlara devam edeceğiz.' diyor ki, doğru ve sağlıklı olan yaklaşım da bu.
Barysch: Her şeyden önce halkın durumu göreceli olarak biraz daha iyi. Birkaç yıl öncesinde olduğu gibi tüm çözümlerin halli için AB tek çıkar yol olarak görülmüyor. Tabii bunda AKP'nin hayata kısmen geçirdiği ekonomik ve politik reformların etkisi de var. Öte yandan AB de Türkiye'nin üyeliği meselesini, biraz ağırdan alma durumuna girince, doğal olarak Türkiye de, 'AB bizi istemiyor gibi. Biz reformları sürdürelim; ama bir yandan da kendi iç meselelerimize dönelim' havası hakim oldu. İlişkilere tekrar ivme kazandırılması için her iki tarafa da düşen görevler var. Öncelikle AB, Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy'ye baskı yaparak, 'Avrupa Birliği'nin sınırlarının tayin edilmesi' ve Türkiye ile sadece ayrıcalıklı ortaklık yapılması gerektiği fikrinden vazgeçmesini sağlamalı. Türkiye ise özellikle Kıbrıs Rus kesimine limanların açılması konusunda adımlar atmalı.

AKP'nin yapamadığı bir şey olmadı mı?


Grant:
Olmaz mı. Dediğim gibi her ne kadar, mesela Devlet Bakanı Ali Babacan gibi AB açısından başarılı performans sergileyen politikacılar olsa da, hükümet olarak AKP'nin, AB meselesinin halka anlatılması konusunda iyi bir liderlik sergilediğini söyleyemeyiz. Öte yandan 301 meselesi var. Avrupa'da birçokları, 'AB üyesi olmak isteyen bir ülkede böylesi bir kanun nasıl olur?' diye soruyor. Türkiye'nin bir halkla ilişkiler sorunu olduğu kesin. Ülkede olan bitenleri doğru şekilde aktaramıyor. Zina Yasa Tasarısı ve 301 buna çok güzel örnek. Özetle, Türkiye'nin AB sürecinde sadece diplomatları kazanması yetmez aynı zamanda Avrupa kamuoyunun da zihinlerini ve kalplerini kazanması lazım. Sözgelimi Fransa, Avusturya ve Hollanda kamuoylarını. AB, sadece diplomatlarla oynanan bir oyun değil zira. Ama kabul etmek gerekir, her ne kadar bunu pazarlamada sıkıntısı olsa da, Türkiye son iki yılda olumlu yönde büyük değişim yaşadı. Ülkeden dışarıya daha fazla olumsuz görüntü verilmemesine dikkat edilmeli.
Barysch: Açıkçası zina tasarısı, farklı fikirlerinden dolayı gazetecilerin öldürülmesi gibi meselelerde Batı'da bir şüphe ve bununla birlikte Türkiye yanlılarına karşı itirazlar da yükseldi. 'Bakın işte Türkiye her hali ile Avrupa'dan farklı, AB içinde yeri yok gibisinden.'

Seçimlerden öncesi kadar yoğun olmasa da halen Türkiye'de, Kuzey Irak'a olası bir operasyon yapılması gerektiğine dair konuşmalar var. Olursa, ne olur?

Grant:
Bu biraz da hangi şartlarda yapıldığına bağlı. Farz edin ki, PKK bir eylem yaptı ve beş yüz turist öldü. Ardından Türkiye Kuzey Irak'a girdi. Böylesi bir durumda kimsenin bir şey diyeceğini sanmıyorum. Ama Kuzey Irak'ın bir bölümünün işgal edildiği bir operasyon görüntüsü kötü olur. En azından Türkiye-AB ilişkileri açısından. Bir ülkenin diğerini işgal etmesi kabul edilir bir şey değil; ama biz İngilizler de gidip Irak'ı işgal ettik. Bu da iyi bir fikir değildi! İngiltere'nin Irak'ı işgal ederek kendisini aptal yerine düşürmesi, aynısını Türkiye'nin de yapması gerektiği anlamına gelmiyor. Askerî bir uzman değilim; ama Türkiye'nin Kuzey Irak'a saplanması ihtimali de iyi olmaz. Öte yandan, çok büyük bir tahrik olmadığı sürece, Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesi, Avrupa'da kendisini çok zor durumda bırakır. Amerika'dan ve Kuzey Irak'taki Kürt yönetiminden yardım alınabilir. Türkiye'nin henüz tüm diplomatik yolları tükettiğini sanmıyorum.
Barysch: Her şeyden önce, her ne kadar ikili ilişkiler zaten biraz gergin gibi görünse de, Türkiye'nin Amerika ile sorunu olacaktır. AB de bundan rahatsız olur; ama bunun ikili ilişkiler açısından ne derece sorun olabileceğini şu an kestiremem. Türkiye'nin meseleye uluslararası çerçeve içerisinde çözüm bulmayı denemesi etkili olacaktır. Bu arada Avrupa da, Amerika'yı Kuzey Irak'taki PKK yapılanmasına karşı harekete geçirmeyi deneyebilir. Hatta Türkiye bunun için açıktan Avrupa'nın yardımını talep edebilir.

Türkiye'de etnik milliyetçiliğin yükseldiği ve bunun yabancı sermayeyi tedirgin edebileceği yorumları yapılıyor, katılıyor musunuz?

Barysch:
Evet, eğer bu şekilde devam ederse etkileyebilir. Ama yabancı yatırımcılar planlarını uzun vadeli yaparlar. Bir ülkedeki siyasi durum değişir ya da ekonomik durum değişirse, bunun ekonomiye olan etkilerinin ortaya çıkması birkaç ay da sürebilir bir yılı da bulabilir. Sözgelimi çok kötü bir hükümetiniz varsa, bunun etkilerini portfolyo yatırımlarında hemen görebilirsiniz; ama yabancı sermayeye olan etkisini görmeniz biraz zaman alacaktır. Hükümet özelleştirmelere devam ettikçe yabancı yatırımın da son birkaç yılda olduğu gibi artmaya devam edeceğini göreceksiniz.

Mevcut cari açıktan dolayı Türk ekonomisinin bir uçurumun kenarında olduğu ve her an kriz çıkabileceği yorumlarına karşı ne diyorsunuz?

Barysch:
Evet cari açık yüksek; ama önemli olan bunun nasıl finanse edildiği. Bu açıdan doğrudan yabancı yatırımların geliyor oluşu önemli bir olgu. Bu, cari açığın, kısa dönemli borçlanmaya nazaran, daha kolay finanse edilmesini sağlıyor. Özetle, cari açık yüksek, Türkiye halen kırılgan bir durumda. Ama bu kırılganlık, sermaye girişinin az olduğu birkaç yıl öncesinde olduğu kadar yüksek değil. Aynı zamanda cari açığın şu an yükselmiyor oluşu da olumlu bir gösterge. Bunda Türk Lirası'na dönük ayarlamaların da payı oldu. Bu arada ihracat artıyor. Böylelikle yeni fabrikalar yapılabilir ve daha çok mal ihraç edilebilir. Bunlar da mevut cari açığı yürütülebilir seviyede tutuyor. IMF programları takip edildikçe, ki yabancı yatırımcılar ilk etapta buna bakar, ve bütçe açığı kontrol altında tutuldukça ve hepsinden önemlisi de politik bir kriz olmadığı sürece, cari açığın Türkiye'yi bir krize sürükleyeceğini sanmıyorum.

CHARLES GRANT Cambridge'te modern tarih okudu. Euromoney ve The Economist dergilerinde uzun yıllar gazetecilik yaptı. The Economist'in Brüksel muhabirliğini yaptı ve AB konusunda uzmanlaştı. 1996'da Avrupa Reformu Merkezi'nin kurulmasına önayak olarak ilk direktörü oldu. 2002'de British Council direktörlüğüne getirildi. Halen Avrupa Reform Merkezi'nde Türkiye uzmanı olarak da çalışmalarına devam ediyor.

KATINKA BARYSCH Uzman ekonomist. CER'in Türkiye ve Rusya araştırma programlarını yürütüyor. Orta ve Doğu Avrupa'nın mali dönüşümü ve AB genişlemesi konularına çalışıyor. Lordlar Kamarası, Dünya Ekonomik Forumu ve AB hükümetlerine danışmanlık da yapan Barysch, 1998'e kadar Brüksel'de danışman olarak görev yaptı ve Avrupa Komisyonu'nun AB üyesi ülkelere dönük stratejilerinin geliştirilmesinde rol oynadı.

Ali Çimen, Londra
12 Ağustos 2007, Pazar, Zaman Gazetesi

No comments: