Saturday, June 20, 2009

Prof. Gökhan Hotamışlıgil: "Hitler'in biyolojik kopyasını üretebiliriz!"


Şubat ayında tıp biliminde bir çığır açıldı. Güney Koreli genetik bilimciler, kök hücreleri kopyalamayı (cloning) başardılar. 1997'de koyun Dolly'nin kopyalanmasından bu yana ara ara gündemimize gelen genetik bilimi, bu son hamle ile depara kalktı. Kök hücrelerin kopyalanması meselesini biraz açalım. Kaba hatları ile bu; şu demek oluyor: Kısa bir zaman diliminde, sözgelimi artık kullanılamaz hale gelmiş böbreğimizi, ya da diğer bir organımızı, yine kendi bedenimizden alınan hammaddeyle üretilen tıpkısının aynısıyla değiştirebileceğiz! Türkiye ise, şu anki sıkıntılarımızın başlangıç noktası olan sanayi devrimini nasıl ıskaladıysa, eldeki verilere göre, motorunu genetik bilimi, bilişim teknolojisi ve nanoteknolojinin yaptığı 'yeniçağı' da uzaktan seyretme tehlikesiyle karşı karşıya. Bununla birlikte, dünyanın değişik ülkelerinde bilim adına ter dökenler arasında başarılı Türklerin de bulunuyor olması, hepten ümidimizi kesmememiz için haklı bir dayanak noktası. Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölümü Başkanı Profesör Gökhan Hotamışlıgil, bu bilim neferlerinden biri. 'Kopyalama' mevzuunu, Prof. Hotamışlıgil ile birlikte irdeledik. Sürrealist sorularıma oldukça realist cevaplar vererek, bilim adına gönlüme su serpti. Ama aynı zamanda 'yakın ve somut' tehlikeye de parmak bastı: 'Türkiye, bilime daha fazla sırtını dönerse, karanlığın derinliklerinde kaybolacak!'

Genetik kopyalama, doğal olmayan bir işlem mi?

Kesinlikle. Doğada kopyalama diye bir şey yok. Ama bu 'doğal olma' kavramı çok ciddiye alınmamalı. Hayatımızda kullandığımız birçok şey doğal değil zaten. Eğer her şeyin doğal olması gibi bir hedefimiz olursa, o zaman tekrar mağaralara dönmemiz gerekir.

Kopyalanmış bir insanı, tek yumurta ikizlerinden birine benzetebilir miyiz?

Bazı açılardan olabilir; ama tam olarak aynı olduğunu söyleyemeyiz. Tek yumurta ikizleri, birbirlerinin genetik özelliklerini taşırken, bu özellikleri ebeveynlerinden almışlardır. Özetle, materyal ebeveyn genlerinden oluşan bir karışımdır. Kopyalar söz konusu olduğunda ise, tüm genetik malzemenin kaynağı tek bir çekirdektir (nucleus) ve bundan dolayı da sadece söz konusu çekirdek sahibinin genlerini yansıtır (ve tabii ki aynı zamanda geçmiş nesillerin genlerini de). Sözgelimi sizin deri hücrelerinizi kopyalarsam, bu kopya sadece sizin anne ve babanızdan aldığınız genetik özellikleri taşıyacaktır.

O halde sıklıkla üzerinde polemik yapılan bir şey sormak istiyorum. İnsan kopyalama tekniği mükemmelleştirilse, bir gün bazı çılgınlar çıkıp da Hitler'i tekrar ortaya çıkartabilir mi?

Bu aşamada bunun mümkün olabileceğini sanmıyorum. Bununla birlikte eğer bir yerlerde dondurularak saklanmış hücreleri varsa; buradan bir çekirdek elde edilebilir ve teorik olarak Hitler'in 'biyolojik kopyası' üretilebilir. Bu tabii ki Hitler'in tekrar ortaya çıktığı manasına değil, sadece biyolojik olarak bir benzerinin ortaya çıktığı manasına gelecektir. Hatta hayal gücünü biraz daha zorlarsak, şunu da söyleyebiliriz: Hitler'den arta kalanlardan (örneğin saç, kemik vs.) genetik kodu tespit edilebilir. Laboratuarda yeniden sentezlenir ve bir kopyasını üretmek için misafir olabileceği bir hücreye transfer edilebilir. Bu imkânsız değil; ama neredeyse 3 milyar ünite barındıran tüm genetik dokunun tekrar sentezlenmesini gerektireceği için pek olası gözükmüyor. Sonuçta bu olasılıklar ve tüm bu anlattıklarım kötü bir filme senaryo olma dışında fazla bir geçerlilik taşımıyor.

Kopyalar, kopyalandıkları bedenin asli sahibine, doku uyuşmazlığı olmaksızın, yedek organ temin edebilecek şekilde çoğaltılabilir mi?
Sorularınız birtakım beklentileri ve aynı zamanda insan söz konusu olduğu için de kopyalama teknolojisinin barındırdığı ortak endişeleri dile getiriyor. Öyle ya da böyle, benim fikrime göre, yedek organ üretmek için kopya insanların seri olarak üretilmesi ya da dile getirdiğiniz gibi 'organ hasadı' için bilinçsiz insanların kopyalanması kabul edilebilir bir şey olmayacaktır. Bunlar mümkün olabilse de, temel olarak gerçekçi olmayan projeksiyonlar. Bu teknolojinin gerçek vaadi, kullanılamaz hale gelmiş organ ya da hücre sistemlerini, doku uyuşmazlığı ya da benzeri sorunlara sebebiyet vermeden, kopyalanmış hücrelerden yapılacak takviyeyle tekrar sağlıklı bir hale dönüştürebilecek olmasıdır. Bunun olacağına kesinlikle inanıyorum. Bu tıpta bir çığır açacak.

Ben bir süre daha uçlarda dolaşacağım izninizle. Sözgelimi kopyalanmış bir insanın ruhu olabilir mi?

İnsanlar, sadece genlerden, proteinlerden ya da diğer kimyasal materyallerden müteşekkil paketler değil. Genler, diğer kimyasallar gibi, insanı insan yapan parçalardan sadece biri. Bunlar hayati öneme sahip ve gerekli bileşenler, ama kesinlikle resmin bütününü anlamamız için yeterli değiller. İnsanın 'bir bütün' olması için, bazıları ölçülebilen, bazıları hissedilemeyen nerdeyse sınırsız diyebileceğimiz bileşenlerin bir araya gelmesi gerekiyor. Bir de bunlara kültürü, ruhaniliği, eğitimi, çevreyi ve benzerlerini eklediğimizde ortaya bir 'siz' ya da bir 'ben' çıkıyor. Bunları hiçbir teknoloji üretemez. Peki, böyle bir durumda kopyalanmış bir insanın ruhu olabilir mi? Buna da siz cevap verin!

Cevabını da vermiş kadar oldunuz zaten! Ama diğer yandan insanın aklına türlü düşünceler gelmiyor değil. Sözgelimi, 'süper savaşçı' sınıfı ya da 'olağanüstü zeki bir sınıf' ortaya çıkarmak için kopyalama kullanılabilir mi?

Evet, bunların hepsi imkân dâhilinde. Hatta bunları, kopyalamayla sınırlamadan, halen mevcut ya da hızla geliştirilmekte olan teknolojik platformları kullanarak da gerçekleştirmek mümkün. Bunların hepsi kendi içersinde önemli sorular ama, daha da önemli soru şu: Tüm bunlara kim erişebilecek? Süper askerlere kim sahip olacak ve kullanacak? Çok zeki ve sağlıklı bebeklere sahip olma ayrıcalığından kim yararlanacak? Bunların üretimini ve kullanımını kim kontrol edecek? Bugün dünya üzerindeki insanların dörtte birine temiz su dağıtamıyoruz ve sadece bu sebepten dolayı her yıl milyonlarca insan ölüyor. Eğer hayatın kendisi ve yaşam kalitesi ulaşılabilir bir ayrıcalığa dönüşecekse, o zaman insanların tümünün bu ayrıcalığı nasıl tadabileceği benim kişisel olarak üzerinde durduğum ahlaki meselelerden biri. Bunlar, üzerinde çok düşünülmesi gereken çetin sorular.

Pekâlâ, madem konu, hayatı idame ettirmeye geldi, o halde sorumu bu yöne kanalize edeyim. Kopyalama, nesli tükenmekte olan canlıları kurtarmak için kullanılabilir mi?

Evet, bu da kopyalamanın en heyecan verici ve ilginç boyutlarından biri. Bununla birlikte bu makul yolu takip edebilmek için bile çözülmesi gereken bir sürü husus var. Kısa zamanda mümkün olacağını sanmıyorum, ama nihai aşamada kesinlikle olacaktır. Kopyalama yoluyla üretilen hayvanlarda birçok sağlık sorunu oluyor. Durum öyle gösteriyor ki, kopyalanan genetik malzeme, nasıl oluyorsa, kopyalandığı bünyenin 'kimyasal yaşı ve sabıkasını' hatırlıyor. Tükenen nesilleri kurtarmaya yönelik kopyalamanın hayata geçirilmesinden önce çözülmesi gereken temel mesele bu. Eskimeye dirençli, geçmişi hatırlamayan, 'yaşlanma açısından sıfırlanabilen bir kimyasal hafıza' olmalı.

Şu an insan kopyalamak mümkün mü?
Evet, ama henüz sorunsuz değil. Daha önce de belirttiğim gibi şu anki teknolojik platform yüzde 100 etkinlikte değil. Yani, her kopyalama girişimi başarı ile sonuçlanmıyor. Bu deneysel olarak sorun olmasa da, insan uygulamaları için büyük bir engel. Bunun yanı sıra kopyalanan örneklerde gözlenen bir sorun, bir önceki hücrenin maruz kaldığı genetik eskime ve yaşlanmanın kopyalanan yeni canlıya aktarılması ve burada ortaya çıkan adaptasyon sorunları. Bunlar aşılmadan insan kopyalama uygulamaları mümkün gözükmüyor.

Yaşam üzerine konuşmaya devam edelim. Neden sizce basın, yeryüzündeki yaşamın dünya dışı varlıklar tarafından yaratıldığı temasını işleyen sıra dışı grupların iddialarına büyük bir iştahla eğiliyor?
Sanırım medya bazen okuyucuların olduğu yere gidiyor. Dünyada bilimin hızından ve teknolojiden bihaber bir sürü insan var. Birçok insan bu türden faaliyetlerle meşgul olan kurumlara güvenmiyor. Bu da sonuç olarak komplo teorileri ve aşırı güvensizlik ve temelsiz korkularla dumura uğratılmış zihinler ortaya çıkartıyor. Her ne kadar mantıklı insanlara saçma görünse de, sanırım bu tür faaliyetlerle uzaylılar arasında bağlantı kurmak birçok insan için iyi bir hikaye oluyor. Sonuç olarak medya yazıyor, insanlar okuyor. Alan da satan da memnun ve razı.

Türkiye'nin genetik bilimindeki durumu nedir? Bana öyle geliyor ki, diğer alanlarda olduğu gibi bu ufuk açıcı ve çok şey vaat eden bilim dalının önemini de ıskalayacak gibi görünüyoruz. Eğer aynı fikirdeysek, tam olarak kaybettiğimiz ne?

Ne yazık ki, Türkiye'nin durumu çok iç açıcı değil. Dağınık olmakla birlikte oldukça kaliteli çalışmalar var; ama Türk biliminin bu alanda ya da diğer alanlarda uluslararası ölçekli bir etkisi yok. Bunu geleceğimiz açısından bir tehdit olarak görüyorum. Dünya gayet net bir şekilde yeni bir endüstri devrimi yaşıyor. Türkiye bir kenarda öylece durarak bu değişimlerin izleyicisi olmakla yetinemez. Dünya her zamankinden daha çok bilim ve teknoloji tarafından yoğrulacak. Buna ayak uyduramayanlar daha da çok karanlığa gömülecektir! Bu bağlamda, yeni biyomedikal ve teknolojik devrimden korkmanın alemi yok; bunun bir parçası olmayı denemeliyiz. Hiçbir zaman 'artık çok geç' bahanesine inanmadım. Bunu başarabileceğimize eminim ve başarmalıyız da. Eğer bir ulus olarak bu yeni devrimde yer alamaz isek, işte asıl o zaman gerçek anlamda geleceğimizden korkmamız gerekecek. Dolayısı ile bizim için hayati önem taşıyan konular bunu nasıl gerçekleştireceğimizi dikkatle planlamak, avantajlarımızı belirlemek, zihinsel sermayemizi etkili olarak kullanmak ve stratejik planlarımızı geleceğe yönelik bir platformda geliştirmektir diye düşünüyorum.

Bilime karşı mesafeli bir duruşumuz var. Bunun arka planında başa gelen sıkıntıların, teknolojiyi iyi kullanan devletlerin dünyanın başına açtığı dertler olabilir mi? Oysa 'İlim Çin'de de olsa peşinden gidiniz' ilkesini düstur edinmiş bir kültürel arka plana sahibiz.
Daha felsefi bir düzlemde şunu söylemek isterim. Bilim peşinde koşmayı küresel bir düzlemde ele almak beni her zaman heyecanlandırmış; ama aynı zamanda zorlamıştır. Bilim adamlarını harekete geçiren motivasyon kaynağı, ümit etmektir. Bundan dolayı, ne bilim duracak ne de insanların etraflarındaki her şeyle deney yapma ve bunları kullanıma sokma isteği sona erecektir. Ümit edelim ki bu, insanlığın faydasına olacak şekilde olsun. Her zaman mevcut olandan faydalanacak ve kötülük yaratabilecek çılgınlar olacaktır. Bugün de bu durum farklı değil. En basit örnek olarak insanların bilimden beklentilerini yanlış yönlendirmek, sağlık endişelerini istismar etmek sayılabilir. Daha büyük boyutta biyolojik ve kimyasal silahların geliştirilmesi ve insanlığa karşı kullanılması düşünülebilir. Ama sırf bundan dolayı bilimsel gelişmeyi inkâr edemez ya da ona şüpheyle yaklaşamayız. Eğer tarihin bize öğrettiği bir şey varsa, o da şudur: Bilim, hiçbir zaman canavarların kötülüklerin türediği bir platform olmamıştır. Sözgelimi, bilim adamları atomu parçalarken, 'günün birinde bunu atom bombası yapıp Japonya'ya atıp, yüz binlerce insanı öldürelim' dememiştir.

Bilimin ya da bilim adamlarının 'hadi şu insanların başına bir çorap örelim' gibisinden bir yaklaşımı yoktur diyorsunuz anladığım kadarıyla.
Evet. Aslında en çok korkulması gereken canavarlar, cahillik, hoşgörüsüzlük, adaletsizlik ve kaynakların insanlara dağılımındaki katlanılamaz eşitsizlikten dolayı toplumun tam ortasında kendisini göstermekte. Eğer endişelenmemiz gereken bir şey varsa, o da budur. Kafa yorulması gereken şey, şu ya da bu teknolojinin neleri yapmamıza imkan tanıyacağı değil, gelişme ile eşitsizlik arasında nasıl bir denge kurabileceğimizdir. Ki böylelikle kazanımların tadına herkes varabilsin.


Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil

Gökhan Hotamışlıgil, Rize'de doğdu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra Harvard Ünivesitesi'nde lisansüstü çalışmalarını tamamladı. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Biyolojik Kimya ve Moleküler Genetik üzerinde doktora çalışmalarının akabinde öğretim üyesi olarak atanan Hotamışlıgil, yedi sene içerisinde daimi profesörlük mertebesine erişti. Dr. Hotamışlıgil, şu anda Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölümü başkanı olarak Harvard Üniversitesi'nde çalışmalarını sürdürmekte. Araştırma yaşamı süresince, bilim dünyasına şişmanlık, şeker ve kalp hastalığı konularında çok sayıda önemli katkılarda bulundu. Çalışmaları Markey, Pew, Sandler vakıflarından, Amerikan Diyabet Derneği ve Ulusal Sağlık Akademisi'nden önemli ödüllere layık bulundu. Yapmış olduğu buluşlar çok sayıda ilaç geliştirme programına kaynak olan Dr. Hotamışlıgil, çeşitli aşamalarda olan 10 patentin de sahibi. ZAMAN

Ali Çimen, İstanbul
05 Nisan 2004, Pazartesi


Röportajı ZAMAN’dan okumak için tıklayınız
Bir önceki menüye dönmek için tıklayınız
Ana menüye dönmek için tıklayınız

No comments: