Sunday, June 28, 2009

Haçlı zihniyetine İslam hoşgörüsünü aşılayan film: Cennet'in Krallığı


Epik filmlerin başarılı yönetmeni Ridley Scott, 12. yüzyılda 3. Haçlı Seferi'nden önce, Selahaddin Eyyubi ile Kudüs Kralı IV. Baldwin arasında 1187 yılında cereyan eden Hıttin Savaşı'nı merkeze alarak çektiği The Kingdom of Heaven (Cennet'in Krallığı) isimli filmle, 'tarih-sinema-gerçeklik' temalı tartışmayı yine ateşledi. Scott, 2000'de çektiği Black Hawk Down (Kara Şahin Düştü) isimli filmde Somali'deki iç savaşa müdahale eden BM' nin operasyonları çerçevesinde Somali'de sivil halkla çatışmaya giren Amerikan özel birliklerini, tarihî gerçekleri manipüle ederek kahraman gibi gösterince, İslam dünyasının tepkisini çekmiş, ağır bir dille eleştirilmişti. Scott, yine eleştiriliyor. Ama bu kez eleştiren Hıristiyan dünyası! Eleştirilerin odak noktasında ise, Scott'un 'Sultan Selahaddin'in gıyabında tüm Müslümanları medeni ve adil gösterirken, Hıristiyanları ise barbarlığa mahkum etmesi' iddiası bulunuyor.
Filmin İslam ülkelerinde sempati toplaması haksız değil. Scott, dönemin Hıristiyan ve Müslümanları arasındaki anlayış ve hoşgörü farkını çarpıcı bir şekilde resmederken, filmin bir karesinde Kudüs'ü teslim alan Selahaddin'in yere düşen haçı kaldırması gibi, özellikle de, Doğu'yu ya da genel anlamda Müslümanları basit sembollerle tanıyan ve aşırı derecede yüzeysel yargılardan hareket eden ortalama Amerikan sinema izleyicisine hoş gelebilecek jestleri de filmin içerisine başarı ile serpiştirmiş. Bu bağlamda, Scott'un, 11 Eylül sonrası birbirlerine 'gözünün üzerinde kaşın var' modunda yaklaşan İslam dünyası ile Amerika'nın yönlendiriciliğindeki Batı'yı bir ortak noktada buluşturma misyonu edindiğini söylemek haksızlık olmayacaktır.
'Filmdeki Müslüman karakterler mutlaka gerçeğe uygun olmalıydı, biz de buna çok özen gösterdik.' diyen Scott, 'Selahaddin savaşıyor, ama diyalog kapısını da kapatmıyor. Biz de diyaloğun savaştan daha önemli olduğunu göstermek istedik.' diyerek, filmiyle, 11 Eylül sonrasında Batı'da oluşan olumsuz Müslüman imajına farklı açıdan bakmayı denediğini de söylüyor. Bu arada Scott'un, Selahaddin'in ruh halinin daha iyi yansıtılabilmesi ve filmin gerçeklik payının artırılabilmesi için, Müslüman komutanın özellikle Suriyeli aktör Hasan Mesut tarafından canlandırılmasını istediğini not edelim.
Hasan Mesut da, filmin verdiği mesajın isabetli olduğu kanaatinde. 'Sultan Selahaddin savaşmasına rağmen, diyalog kapılarını düşmanına her zaman açık tutmuştu. Filmle diyaloğun savaştan daha iyi olduğunu göstermek istedik. Bu filmle 11 Eylül saldırıları sonrasında adil olmayan bir şekilde Batı medyasında oluşan Müslüman imajının tekrar tamir edileceğine inanıyorum.' diyerek, filmin mesajının adresini de saklamıyor: 'Bugün süper güce sahip olan Amerika, fakat kendisi bir diyalog kurmak istemiyor.'
Filmde Selahaddin'in komutanlarından birini canlandıran Mısırlı aktör Halid En Nebi de, filmin 'zihinlerdeki muhtemel etkisi' hususunda iyimser olanlardan. Film sayesinde Arap ve İslam dünyasının Batı'da daha iyi anlaşılabileceğini iddia eden Mısırlı aktör, 'Bazı Hıristiyanlar bu filmin Müslümanları desteklediğini, bazı Müslümanlar da filmin Hıristiyanları desteklediğini düşünebilirler, ama her iki tarafın da filmi görmesini istiyoruz, zira bunun tarafların birbirini anlaması yönünde olumlu etkisi olacağını biliyoruz.' demekte.
Batılıların öfkesi büyük...
Bununla birlikte Batılı akademisyenlerin Mesut gibi düşünmediğini belirtmekte fayda var. Sözgelimi, Cambridge Üniversitesi'nden Hıristiyan Kilisesi tarihçisi ve Haçlı Seferleri üzerine uzman olan Profesör Jonathan Riley Smith, Usame Bin Laden'in film çekmeye kalksa, ancak böyle bir film çekebileceğini iddia ediyor ve 'Filmde, Müslümanlar adil ve medeni, Hıristiyanlar ise zalim ve barbar olarak resmediliyor. Bu, tarihî açıdan kabul edilemez bir çarpıtma.' diyor. Smith, Batılı insanın Haçlı Seferleri'ne dönük algılamasının halen, bu seferleri, gelişmemiş ve fanatik haçlılarla medeni ve diyaloğa açık Müslümanların karşılaşması olarak tasvir eden romancı Walter Scott'un 'The Talisman (1825)' isimli eseriyle ve yine Batı'nın bugünkü halini emperyalist kahramanlar olan Haçlıların başarılarına borçlu olduğu temasını işleyen tarihçi Joseph François Michaud'un 'Histoire (1812-22)' isimli eseriyle sınırlı olduğundan şikayet ediyor. Ve ekliyor: "Film, Batılılara 'Aslında biz de çok hatalar yapmışız.' dedirtmekle birlikte, Müslümanlardaki 'Batı'ya beslediğimiz kin boşuna değilmiş' inancını pekiştirme potansiyeline sahip."
Merkezi Kahire'de olan El Ahram Politik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden akademisyen Muhammed El Said de, filmin, zamanlamasına dikkat çeken isimlerden. 'Irak'taki Amerikan işgalinden dolayı kendilerini tehdit altında hisseden Müslümanlar, hiç şüphe yok ki, Sultan Selahaddin'in olumlu tasvir edilmesinden etkileneceklerdir.' diyen El Said, filmin bazı önyargıları yıkmada etkili olabileceğini savunuyor.
Londra'daki Royal Holloway Üniversitesi'nden Haçlı Seferleri tarihçisi Dr. Jonathan Phillips ise Smith kadar sert bir dil kullanmasa da, filmin olayları basitleştirdiğini iddia ediyor. Selahaddin karakterinin oldukça sempatik gösterilmeye çalışıldığını savunan Phillips, 'Selahaddin de en az, filmde savaş meraklısı olarak lanse edilen Tapınak Şövalyeleri kadar savaşmaya meraklıydı. Hatta Kudüs'ü geri almak için 13 yıl boyunca koalisyon oluşturmaya çalışmıştı.' diyor. Londra Ünversitesi'nden ortaçağ tarihçisi Thomas Asbridge de, abartılı bir şekilde 'olumlanan' Selahaddin karakterinin bazı kesimleri rahatsız edebileceği fikrinde. 'Irak'tan Mısır'a kadar kendini Batı tarafından baskı altında hisseden kitleler, Selahaddin ile Batı'ya karşı cihad ilan etmiş isimler arasında paralellikler kurmakta gecikmeyecektir.' diyen Asbridge, 'Unutmayın Saddam Hüseyin de, paralara Selahaddin ile birlikte kendi resmini de bastırmıştı.' diye de ekliyor.
Filmi olumlu ya da olumsuz eleştirenler sadece akademisyenler değil tabii ki. Film eleştirmenleri de, daha çok kurgudaki atlamalar ve hızlı gelişmelerden dolayı filmi eleştiriyor. Bununla birlikte, Müslümanların daha dengeli bir şekilde resmedildiği yönünde bir mutabakat da göze çarpıyor. Sözgelimi film eleştirmeni Frederick Brussat, 'Yıllarca Amerikan filmlerinde Müslümanları klişe kötü adam ya da acımasız teröristler olarak izledikten sonra, Scott'un bu iyi niyetli filminde onları daha olumlu bir ışık altında izlemekten mutluluk duyuyoruz.' derken, filmin, Hasan Mesut'un güçlü oyunculuğu ve Müslümanların dengeli bir şekilde resmedilmesiyle dikkat çektiğine dikkat çekiyor. Ülkemizde geçtiğimiz cuma günü gösterime giren Cennet'in Krallığı, uzun zamandır Amerika'da gişelere en çok seyirci çeken film olma özelliğini koruyor. Batılı akademik çevrelerin filmin mesajına, yerli ve yabancı sinema eleştirmenlerinin ise teknik detaylarına (Müslüman savaşçıların kuşluk vakti namaz kılmaları, ayrı istikametlere doğru secde etmeleri gibi) ve ticari açıdan her büyük bütçeli filmin olmazsa olmazı (kazadan sadece kahramanın kurtulması-filmin kadın karakteri ile yaşanan aşk-kahramanların beylik nutukları gibi) basmakalıp, ama bir o kadar da anlaşılabilir klişelerine yönelik eleştirileri kabul edilebilir olmakla birlikte, filmin, hem Batı'dan hem de Doğu'dan sokaktaki insanın nabzını yakalayabilmesi, artı bir değer olarak değerlendirilebilir. Sokaktaki Amerikalının Türkiye ile ilgili izlenimlerini uzun yıllar boyunca Oliver Stone'un taraflı 'Gece Yarısı Ekspresi' isimli filminden hareketle şekillendirdiğinden ne kadar muzdarip olduğumuzu hatırlarsak, Scott'un filmi, her şeyden öte, Başkan Bush'un daha 11 Eylül'ün dumanı tüterken, buna karşılık, verecekleri tepkiyle ilgili olarak 'Bu bir haçlı seferi' dediği topraklardan yükselen bir 'ezber bozma' girişimi olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.


Ali çimen, İstanbul
11 Mayıs 2005, Çarşamba, ZAMAN Gazetesi Yorum Sayfası



Yorumu ZAMAN'dan okumak için tıklayınız
Yorumu gazete formatında okumak için tıklayınız
Cennetin Krallığı'nın trailerini izlemek için tıklayınız
Bir önceki sayfaya dönmek için tıklayınız
Ana menüye dönmek için tıklayınız

No comments: