Wednesday, July 01, 2009

Dave Spiro: "Pentagon'da uçak enkazı görmedim"

"Son Amerikan helikopterinin Saygon'dan ayrıldığını televizyondan izlediğimde daha çok gençtim. O zaman gazeteci olmaya karar vermiştim' diyor Emmy ödüllü İngiliz gazeteci Dave Spiro ve ekliyor: 'Bugüne kadar 17 savaşı cephede izledim. Ve son Amerikan helikopteri Bağdat'tan ayrıldığında ben yine orada olacağım..."




Bir gazetecinin halen aktif olarak görevde olan başka bir gazeteci ile röportaj yapması, en azından mesleki açıdan garip bir görüntü verse de, hem Spiro'nun anlattıklarının kayıtsız kalınmayacak kadar ilginç olması hem de kalbi gazetecilik için çarpanlar açısından bir yol kılavuzu olabilecek doneler taşıması, Spiro'yu Turkuaz'ın sayfalarına taşıdı. 11 Eylül saldırılarında Pentagon'a uçak çarpmasından hemen 2 dakika sonra olay yerinden yaptığı yayınla Emmy ödülü alan 30 yıllık gazeteci, ilginç bir de gözlemini anlatıyor: 'Pentagon'a bir şeyin çarptığını gördüm. Ama uçak mıydı, emin değilim!' Muhabirlikten redaktörlüğe, editörlükten köşe yazarlığına kadar mesleğin hemen hemen her alanında at koşturmuş olan Spiro, uzun zamandır kameramanlık yapıyor. Berlin Duvarı'nın yıkılışının ilk görüntüleri, Romanya'da Çavuşeskuları deviren rüzgarın ilk esintileri, Güney Afrikalı özgürlük savaşçısı Mandela'nın hapisten çıktıktan sonraki ilk dakikaları, Tiananmen Meydanı'ndaki başarısız özgürlük ayaklanması girişiminin dramatik anları, ilk olarak onun vizöründen dünya izleyicisi ile buluştu. 'Tarihin yazıldığı o anda orada olmanın keyfini, hiçbir servet insana veremez.' diyen Spiro ile, Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz ile çıktığı Afrika turundan döndüğü Washington'da, kendisi gibi gazeteci, Reuters muhabiri eşi ile yaptığı evlilikten bir gün sonra konuştuk.

Otuz yıla çok önemli isimler sığdırmış olmalısınız. Kimler var portföyünüzde?
Reagan'dan yana bütün Amerikan başkanları ile defalarca mülakat yaptım. Margaret Thatcher'la ve diğer Batılı liderlerle Kaddafi ve Mandela da dahil olmak üzere, neredeyse tüm Afrikalı liderlerle de. Uzun yıllar Afrika'da çalıştığım için neredeyse bu kıtadaki herkesi tanıyorum. Hatta en son Wolfowitz'i izlediğim gezide bu duruma kendisi de çok şaşırdı. Uğradığımız ülkelerdeki devlet başkanları ile olan samimiyetim dikkatini çekmişti. Ama gezinin son durağında ziyaret ettiğimiz Mandela da koşarak bana sarılınca, o da şaşırdı ve patladı: 'Bu Allah'ın cezası kıtada seni tanımayan biri var mı!'

Bu isimler arasında sizin üzerinizde en çok iz bırakan ya da sizce en önemlisi hangisiydi?
Buna cevap verdiğim an, emekliliği kabul etmişim demektir. Böyle bir niyetim yok (gülüyor.) O isim, Kafdağı'nın ardındaki Zümrüdüanka kuşu gibi. Hep arayacağız onu. Ama şunu söyleyebilirim. Politikacılar dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı aynı malzemeyi veriyor. Ama Bill Clinton'ı ayrı bir yere koymak isterim. Sizle konuşurken gözlerinizin içine bakar ve o an kendinizi dünyanın en önemli insanı hissetmenizi sağlar. Bir de, ondan gerçekten sorduğunuzun cevabını alırsınız. Diğerleri gibi söylemek istediklerini söylemez! En az 20 kez görüşmüşümdür Clinton ile. Ve her seferinde yazacak ya da aktaracak bir şeyler vermiştir.

Peki ya Bush?
Şu ana kadar iki kez görüştüm. Ama pek heyecan verici olmadığını itiraf etmeliyim! Son gezide Wolfowitz'in özel jetindeydik ve onu yakından tanıma imkanı buldum. Sürekli yanıma gelip bilgisayarımda çektiğim fotoğraflarına bakıyor, 'Bunu sil, çok çirkin çıkmışım' gibi yorumlar, şakalar yapıyordu. Nazik bir adam.

"Ruanda'daki katliama gazeteci olarak şahit olmak, yaşadığım en acı deneyimlerden biri oldu. Başta soykırımın olduğu Ruanda'da barış koruma gücü bulunduran BM olmak üzere, neredeyse kendini modern sayan tüm ülkelerin, bir ay içinde bıçak ve baltalarla bir milyon insanın birbirini katletmesine seyirci kalmış olmasını, halen hazmedemiyorum..."

Bildiğim kadarıyla düğün partinize gelecek kadar da samimisiniz Wolfowitz'le. Bu, sizin gazeteci olarak tarafsızlığınızı zedelemiyor mu?
Hayır. Bu çok sık yaptığımız bir tartışma. Ben 'nazik bir adam' derken, onun kişiliğinden, sosyal ilişkilerinden bahsediyorum. Ama yaptığı iş üzerinden değerlendirmeye gelince, onun Irak'taki o saçma savaşın mimarlarından biri olduğunu rahatlıkla ve kararlılıkla söyleyebiliyorum. İkisi tamamen farklı. Kaldı ki bazen samimi olmak, yaptığınız haberlere fark da katabilir, daha elle tutulur değerlendirmeler de yapabilirsiniz. Modern medya ortamında, sözgelimi haberlerde, her şey ve herkes, neredeyse 10'ar saniyelik ses ve görüntü dalgalarına indirgenmiş durumda. 10 saniyede, dünyaya hükmeden insanlar hakkında nasıl derinlikli bilgi sahibi olabilirsiniz ki?

Kariyerinizdeki en unutulmaz an...
Berlin Duvarı'nın yıkılışına tanık olmamdı. O zaman bir Japon TV'sine çalışıyordum. CBS ile birlikte tüm dünyaya o görüntüleri aktarmıştık. Neredeyse dünya üzerindeki insanların üçte ikisi benim görüntülerimi izliyordu! Ama genel olarak, neredeyse tüm Sovyet blokunun yıkılışını anbean görüntülemiş olmak, yaptığım en heyecan verici işti diyebilirim.

Biz gazetecilerin çok para kazanmaması gerektiği, aksi takdirde halktan kopacağı, haberden soğuyacağı söylenir hep.
Katılmıyorum. Nasıl ki iyi bir beyin cerrahı çok para kazanıyorsa, iyi bir gazeteci de, becerileri doğrultusunda, kazanabilmeli. Bunda yadırganacak bir durum yok. Rizikosu ve rekabet düzeyi en yüksek mesleklerden birini yapıyoruz. Kaldı ki bu meslekteki hiç kimse, zaten bu işi para için yapmıyor. Hepimiz, başka hiçbir şey bizi tatmin etmediği ya da edemeyeceği için buradayız. Sözgelimi dolar milyarderi olsam, yine gazetecilik yapıyor olurdum. Ama sanırım bu kez haber yapacağım yerlere özel jetimle giderdim! Hayatı 24 saat öncesinden yaşamak ve görünenin arkasını görmek bizi bu meslekte tutuyor, para değil... Gazeteci olmaya özgün bir ruh hali. Bilirsin askerler nasıl asker olmayan tüm herkese kısaca 'sivil' der geçerse, biz gazeteciler için de gazeteci olmayan herkes 'sivildir'! (Gülüyor)

'Görünenin arkası'nı biraz açsak...
Çarpıcı bir örnek geldi şimdi aklıma. Güney Afrika'daki ayrılıkçı rejim yıkılmış ve ilk serbest seçimler yapılıyor. Mandela oyunu kullanmış. Sıra beyaz azınlığın lideri ve ülkeyi o zamana kadar yönetmiş olan Başkan De Clerk'e geliyor. Büyük bir olay haliyle. En azından yetmiş kameramanız orada. Heyecanla De Clerk'in ülkenin ilk seçiminde kullanacağı oyu görüntülemeyi bekliyoruz. Tam oy pusulasını atacakken, onunla aramıza iki yaşlı kadın girip, görüntüyü kapıyor. Panikle bağırıp çağırıyoruz! Kadınlar oralı olmuyor. İçimizden biri hamle yapıp, görüş açımızı kapatan ihtiyarlardan birinin kolunu kavrayıp kenara çekmeye çalışırken, dengesini kaybediyor ve olanlar oluyor. Üzerinde bulunduğumuz platform çöküyor, ayaklarımız havada, kameralar yerde! Clerk, bu arada oyunu atmış şaşkın şaşkın bize bakıyor. Ortam tam bir Charlie Chaplin filmi gibi. Özetle, ertesi gün gazetelerde Clerk'i oyunu atarken gösteren fotoğraflar, aslında gerçeği yansıtmıyor. Olayı görüntüleyemeyen bizlerin ricasını kırmayan Clerk, ikinci kez boş bir kağıdı sandığa atıyor!

11 Eylül'de Pentagon'dan yayın yapan ilk gazetecisiniz. Oraya çarpanın uçak olmadığına dair söylentiler de oldu. Siz ne gördünüz?
Arabayla başka bir habere gidiyordum. Tam Pentagon'un önünden geçerken, gördüm demeyeceğim ama, gözümün önünden hızla bir şeyin geçip Pentagon'a vurduğunu algıladım. Kafamı çevirir çevirmez patlamayı gördüm. Ama uçak gördüm mü, hayır. Aynı gece çekim yapmak için New York'a da gitmiştim ve orada bariz olarak uçak parçaları görmemize rağmen, Pentagon'da uçağa dair hiçbir belirti görmedim. Daha sonra, olayın hemen ardından çektiğim 44 dakikalık kaseti kare kare inceledik. Orada da uçak enkazını andırır bir şey görmedik. Yine de çarpanın uçak olduğuna inanıyorum, ama gördüklerime açıklık getiremiyorum. Bir şey daha var. Kişisel bir teori ama, New Jersey'de düşen uçağın da yolcular tarafından değil, uçağın bir yere çarpması durumunda daha büyük can kaybına yol açacağına inanan hükümet tarafından verilen emirle bizzat Amerikan savaş uçakları tarafından düşürüldüğünü sanıyorum. Olayın şokuyla böyle bir haberi kamuoyunun kaldıramayacağını düşünen yetkililerin, 'kahraman yolcular' hikayesini uydurduğunu sanıyorum.

Ali Çimen, Washington DC
21 Ağustos 2005, Pazar, Zaman Gazetesi


Röportajı ZAMAN'dan okumak için tıklayınız
Röportajı orijinal gazete formatında okumak için tıklayınız

Bir önceki sayfaya dönmek için tıklayınız
Ana menüye dönmek için tıklayınız

No comments: