Sunday, June 21, 2009

KGB ajanlığından devlet başkanlığına: Vladimir Putin


1993'te bir ara, bazı generallerimizde bazı şeylerin eksik olduğunu fark ettim. Önemli bazı şeyleri, belki de belli bir asaleti, deneyimi ve iç kararlılığı atlamaktaydılar.
Her şeyden önce ordu, özellikle Rusya'da, bir toplumun kültürünün göstergesidir, adeta bir turnusol kağıdı. Diğerlerinden farklı yeni bir generalin ortaya çıkmasını bekliyordum. Ya da daha doğrusu, gençken okuduğum kitaplardakine benzeyen bir general. Bekliyordum... Zaman geçti ve böyle bir general ortaya çıktı. Ve gelişinden hemen sonra, askerlerimizin gerçekten ne kadar cesur ve profesyonel oldukları bütün toplumun malumu oldu. Bu 'general'in adı Albay Vladimir Putin'di...'
Boris Yeltsin, halefi Vladimir Putin'i 'Geceyarısı Günlükleri' isimli kitabında işte böyle tanımlıyordu. 1999'un son saatlerine gelindiğinde Boris Yeltsin'in artık kalbi tekliyordu, üstelik alkol alışkanlığı kendisini uluslararası zirvelerde zor durumlarda bırakmaya başlamıştı. Post-komünizm dönemini yaşayan Rus halkı, oligarkların, mafyanın ve özelleştirme ihaleleri için savaşan medya ve banka gruplarının savaşından bunalmaya başlamıştı. Üstelik Çeçen Savaşı'nda alınan yenilgi, Rusya'nın imajına kocaman bir çizik atmıştı. Ülkenin yeni bir yüze ihtiyacı vardı. 'Rusya, yeni bin yıla yeni bir yüzle girmeli' dedi ve sürpriz istifayla yetkilerini başbakanı Vladimir Putin'e aktardı. Kimilerine göre ise 'Rusya'nın yeni çarı'na.
İnsanları etkilemesini ve yönetmesini iyi biliyor
2000'deki bu devir teslim, Rusya'yı dinamik bir liderle dinamik bir döneme sokmuş görünüyor. Önce Çeçen meselesine el atan Putin, ardından kişisel karizmasını da kullanarak, Yeltsin'den kalan 'hastalıklı ülke' görüntüsünü dağıttı. Rusya'nın iç düzenine de, kendine has yöntemlerle el attı. Mafyavari oluşumlara ve kara paracılara yönelik açılımlarda bulundu. Dış gezilere, özellikle Orta Asya'ya ağırlık vererek, bölgedeki Rus etkisini artırma yoluna gitti. Ve en son olarak Kıbrıs'taki son referandum esnasında, BM'deki veto hakkını kullanarak, 'Kıbrıs oyununda beni göz ardı etmeyin' demiş oldu. Tüm objektiflerin Bush, Blair ya da Donald Rumsfeld gibi kötü şöhretli politikacılara odaklandığı bir dönemde, Putin, derinden ve emin adımlarla gidiyor, karda yürüyor, izini belli etmiyordu. Uluslararası uzmanlarla, Rus gençlerinin (St. Petersburg Times gazetesine göre Putin, Rus kadınlarının yarısından fazlası için 'ideal erkek') 'karizmatik' olarak nitelendirdikleri Putin'i, 32 yıl aradan sonra ülkemizi ziyaret eden ilk Rus lideri olarak Ankara'ya geldiği bugün, kendisini yakından tanıyan isimlerle birlikte boy aynasına aldık.
Kimilerine göre Putin, Rus derin devletinin adamı. İnsanları etkilemenin yollarını çok iyi biliyor. Usta bir demagog. Jestleri, mimikleri, seçtiği sözcükler ile gönülleri fethediyor. Herkesin nabzına göre şerbet veriyor. Yaşlı analarla konuşurken emekli maaşlarına zam yapacağını söylüyor. Öğrencilerle birlikte olduğunda, 'bu ülkede en yüce değer bilimdir' diyor. BBC'ye mülakat verirken, Rusya'nın NATO'ya üye olabileceğinden dem vuruyor. Askerlerin karşısına asker üniforması ile çıkıyor, denizaltıya binip okyanuslara dalıyor. Putin gizli servis geçmişinde hayat için gerekli tüm donanımı kazanmış görünüyor. Hiçbir ortamda soğukkanlılığını kaybetmiyor. Kursk denizaltısının batmasının üzerinden bir hafta geçtikten sonra CNN'de Lary King Show'a konuk olduğunda, 'Denizaltıya ne oldu?' sorusuna gülerek, 'battı' cevabını veriyordu. Aynı programda, 'Sizin eski bir KGB ajanı olduğunuzu biliyoruz. Casusluk nasıl bir iş?' sorusuna ise şöyle karşılık veriyordu: 'Casusluk ve istihbarat toplama insanın sosyal yönünü geliştirmesi açısından ilginç bir meslek. Aynı zamanda uluslararası sorunların çözümüne de oldukça yardımcı oluyor.'
KGB ajanı olarak Helmut Kohl'u izleyen de oydu...
Bu esrarengiz adamın hikayesi 1952'de o zamanın Leningrad'ında (şimdinin St. Petersburg'u) başlamıştı. Ailenin tek çocuğu olarak büyüdü. Kardeşlerinden biri doğumda, diğeri ise 2. Dünya Savaşı yıllarında ortalığı kasıp kavuran difteri salgınında ölmüştü. Her ne kadar o dönemin komünist idaresi tarafından yasaklansa da, ailesi, genelde Putka olarak seslendikleri çocuklarını, Rus Ortodoks inancına göre vaftiz ettirmişti. Putin, inancını hiçbir zaman saklamadı. Halen bile annesi Maria Putina'nın kendisine bıraktığı haçı taktığı biliniyor. Tam adı ile Vladimir Vladimirovich Putin, Leningrad Devlet Üniversitesi'nde hukuk okudu. 1975'teki mezuniyetinin ardından, her zaman ilgisini çekmiş olan KGB'ye girdi. Yabancı dillere olan ilgisi ve bu alandaki başarısı, dış görev almasını kolaylaştıracaktı. Genç yaşta Almanca, İspanyolca ve Fransızcaya hakim olmuştu. Özellikle Almancaya olan hakimiyetinden dolayı ağırlıklı olarak Almanya'da görev aldı. Buradaki görevi ise, dönemin Alman şansölyesi Helmut Kohl'ün faaliyetlerini takip etmekti! Ama burada faka basmıştı. Putin'in Doğu Almanya'da yönettiği casusluk ağını, Doğu Alman Gizli Servisi Stasi'nin eski ajanlarından Klaus Zuchold çökertecekti. Zuchold, 1985'te Putin'le yakın arkadaş olmuş, Berlin Duvarı'nın yıkılmasından birkaç hafta sonra da Stasi'den ayrılıp KGB'ye geçmişti. Klaus Zaunick kod adını alan Zuchold, Putin tarafından üst düzey ajan olarak Doğu Almanya'da görevlendirildi. Görevi, politikacılar, bilim adamları ve işadamları hakkında işe yarayacak bilgiler toplamaktı. 11 ay sonra bütün bunları ve Moskova adına çalışan 15 KGB ajanının isimlerini Alman gizli servisine açıklayınca, Putin'in casusluk kariyerine de leke düşüyordu. Bu arada Zuchold, halen Alman ZDF televizyonunda güvenlik görevlisi olarak çalışıyor...
Putin, Almanya'daki görevinin ardından St. Petersburg'a dönerek, reformcu kanattakilerle teması sıklaştırdı. Kısa zamanda belediye başkan yardımcılığına kadar yükseldi. Rus siyasetinin önde gelen isimlerinden Anatoli Çubais sayesinde 1996'da Moskova'ya geldi. 1998'de Yeltsin tarafından KGB'nin yerine kurulan FSB'nin başına getirildiğinde, bir zamanlar çalıştığı fabrikanın patronu oluyordu. 1999 Mart'ında yine Yeltsin tarafından Güvenlik Konseyi Başkanlığı'na atandı. Aynı yılın ağustos ayında ortalığı çekip çevirecek bir başbakan arayan Yeltsin, bir kez daha Putin'de karar kılacaktı. 31 Aralık 1999 sabahı tüm başkanlık yetkilerini Putin'e devreden Yeltsin, böylelikle gözde generalinin de önünü açıyordu. Putin, o tarihten sonra yapılan iki başkanlık seçimini de kazandı. Ruslar, 'eski bir KGB ajanı'nın şahsında kendilerini parıltılı günlere götürecek 'yeni çarlarını' bulmuştu...
Muhafazakar Fransız 'Le Figaro' dergisi, yükselişini Çeçenistan'da uyguladığı demir yumruk politikalarına borçlu olan Putin'in 'bir tür Rus Pinochet gibi, ülkede oligarşik hükümranlığını ilan etmeye soyunan birisi' olacağından endişe ettiğini yazmıştı. Batılı gözlemcilere göreyse orduya yakın olması Rusya'yı 'askerî milliyetçiliğe' sürüklemesi tehlikesini doğurabilir. Başkanlık seçimlerine kadar Putin'in seçilmişlikle ilgili bir deneyimi olmamıştı. Etrafındakiler ona 'Gri Kardinal' ismini vermişlerdi. Bununla birlikte, katıldığı zirvelerde, ağzının gayet iyi laf yaptığı da anlaşılacaktı. Özellikle Moskova'da eğitimli kesim ve gençler arasında çok popüler.

Uzmanlar Putin ve politikaları için ne diyor?

Donald J. Raleigh (North Carolina Üniversitesi, Rusya uzmanı )
"Son yapılan başkanlık seçimlerini de rahatlıkla kazandı. Kamuoyu yoklamaları popülaritesinin yüksek olduğunu gösteriyor. Putin, Rus halkının dilini konuşuyor. Halkın istediği, istikrar ve sakin bir ekonomik kalkınma. Bu yüzden popülaritesi yüksek. Ancak vizyonu konusunda yine de şüpheler var. O kendi döneminin, eğitiminin, KGB'deki eğitiminin ve politik kültürünün bir ürünü. Yeltsin, kayırmalı özelleştirmelerden ve yolsuzluk furyasından dolayı sevilmiyordu. Sarhoşluğu ve sıradışı hareketleri de cabasıydı. Gorbaçov ise başta hoş karşılandı. Ama şimdi süper devlet statüsünün kaybolmasından ve geçiş döneminin tahribatından sorumlu tutuluyor. Putin ise, hem genç hem de ağırbaşlı. Üstelik Çernenko, Andropov ya da Brejnev gibi eski liderlere kıyasla yakışıklı. Dış görünüş, üzerinde durulmasa da önemli bir faktör... Rusya'da halen otokratik politik kültür hakim. Zaten her zaman merkezi iradenin güçlü olduğu bir devlet olmuştu. Uzun zaman da böyle kalacak gibi. Ve Putin, böylesi bir yapıya oldukça hakim biri. Rusya'nın dünyadaki duruşunu düzeltmeye çalışıyor. Ama bu biraz da ülkenin ekonomik geleceğiyle bağlantılı. Şu an petrol fiyatlarının artışı kendisine yardım ediyor. Ama Rusya'yı eskisi gibi bir dünya gücü yapmayı istiyorsa, başka kaynaklara da ihtiyacı var. Unutmayın, Rusya halen nükleer silahlara sahip bir güç. Değişen ne? Gerçeklerden daha çok bu ülke ile ilgili algılar değişti."

Rusya'nın gücünü restore ediyor...

Richard Hellie (Chicago Üniversitesi, Rusya uzmanı)
"Putin'i, her biri devrimci olan 3. İvan, Büyük Petro ve Stalin ile kıyaslıyorum. O kesinlikle devlet aracılığı ile Rusya'nın gücünü restore etmek isteyen bir 'devletçi.' Hemen hemen her yaptığı bu çerçevede değerlendirilebilir. Khodorkovsky'nin tutuklanması ve Putin'in kendince oligarklara savaş açması gibi. İlk saydığım üç isim, Rusya'yı sınıf devrimleri ile büyük güç yapmıştı. Bunların hepsinde Rus halkı gönüllü 'kölelik' yaptı. Ama Tatiana Zaslavskaia'nın 1980'deki makalesinde belirttiği gibi, Rus halkı artık köle olamayacak kadar eğitimli. Stalin devrimi de bu yüzden çöktü zaten. Ayrıca Putin'in belli bir ideolojisi yok. Ortodoksluğu ihyaya çalışıyor; ama işe yaramayacak. Bush gibi devlet gücünü kullanıyor; ama bu da sonuca götürmeyecek. Yeni çar olmaya oynuyor. Bunun için elinden geleni yapıyor. Ama bu konuda ne denli başarılıolduğunu zaman gösterecek."

Rus-ABD ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı

Robert O. Freedman (Baltimore Hebrew Üniversitesi, Rusya uzmanı)
"Arap-İsrail ilişkileri, terörle savaş, Irak ve İran politikalarını göz önüne aldığımızda, Rusya'nın, Putin'in iddia ettiği gibi Amerika ile bir ortaklık yürüttüğünü söyleyemeyiz. Evet, terörle savaşta Amerika'ya istibarat desteğinde bulundu, Orta Asya'da Amerikan üsleri açılmasına ses çıkarmadı; ama bunları Amerika'yı çok sevdiği için değil, kendi terörle mücadele stratejilerine destek almak için yaptı. Söylemlerine rağmen, uyguladığı politikalarda Amerikan karşıtlığı ve çok kutupluluk göze çarpıyor. Arap-İsrail meselesinde Amerika'nın değil, AB'nin çizgisinde ilerliyor. Irak meselesinde ise Fransa ve Almanya'nın yanında yer aldı. Üstelik savaş esnasında gizli silah desteğinde bulunduğu da biliniyor. Diğer yandan İran'daki nükleer yapılanmanın ardında da Rusya göze çarpıyor. Bu ülkeye yaptığı nükleer desteği kesmiyor. Burada nakit döviz, Rus bilim adamlarına iş sağlanması gibi tercihlerin yanı sıra, Putin'in, Amerika'dan bağımsız davranabildiklerini gösterme isteği de söz konusu. Bu açıdan Fransa'ya benziyor, ama bir fark var. Fransa, Amerika ile aynı değerleri paylaşan liberal bir demokrasi. Rusya'da ise, demokrasinin gelişmesine ihtiyaç var."


02 Eylül 2004, Perşembe, Zaman Gazetesi Yorum Sayfası

Yorumu ZAMAN'dan okumak için tıklayınız
Yorumu oijinal gazete formatında okumak için tıklayınız
Bir önceki sayfaya dönmek için tıklayınız
Ana menüye dönmek için tıklayınız

No comments: